31 Ekim 2014 Cuma

YAŞASIN CUMHURİYET

YAŞASIN CUMHURİYET
ARZU KÖK
Akşam saat 20:30' da kabul edilen bir yasayı, şair Mehmet Emin Yurdakul'un önerisiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin tüm üyelerinin ayağa kalkıp üç kez bağırarak "Yaşasın Cumhuriyet" diye bağırmalarının ardından 91 yıl geçti. Toplumsal ve bireysel geleceğimiz hep bu kavram üzerine kurulmuş, tarihimizin gördüğü en büyük devrimin de adı olmuştur Cumhuriyet.
Cumhuriyet kurulmuştur. Ancak devralınan miras pek de iç açıcı değildir. Kısaca bu mirası özetleyelim:
 Rönesansı, reformu, sanayi devrimini, akıl çağını yaşayamadığı için çağ dışı kalmış, sömürge halinde, güçsüz, çökmüş bir devlet.
 Dünyaya kapalı, yoksul bir halk. İdari, siyasi, ekonomik kapitülasyonlar, imtiyazlar. İlkel bir tarım toplumu. İflas etmiş bir maliye, ağır yaralı bir ekonomi.
Çok cılız denilebilecek küçük sanayi, sıfıra yakın orta sanayi, sıfırında altında büyük sanayi söz konusu.
Kişi başına düşen milli gelir 7 lira, kişi başına düşen kamu harcaması kişi başına 50 kuruş.
Madenlerin neredeyse tümü, başlıca limanlar, var olan demiryolları yabancı şirketlerin denetiminde. Öyle olmasa da onları kullanacak Türk eleman söz konusu değil.
Karayolu yok denilecek kadar az düzeyde.
Ticaret derseniz genel olarak azınlıkların, levantenlerin ve yabancıların elinde.
Topluiğne dahi üretilemiyor, dışarıdan alınıyor.
Sıtma, verem ve frengi hastalıkları yaygın bir şekilde.
 Ülke genelinde 158 ortaokul, lise ve medrese uzantılı üniversite var.
Anadolu çağdışı kalmış medreselerin elinde, dolayısıyla bilim hayatı çok gerilemiş durumda. Halkın sadece %7 si okur yazar. Bu oran kadınlarda yüzde bir bile değil, dolayısıyla da tüm meslekler erkeklerin tekelinde.
 Kadınlara seçme seçilme hakkı yok, yani yurttaş bile sayılmıyorlar. Ulus değil, ümmet anlayışı egemen durumda.
Tüm Osmanlı gazetelerinin günlük satış sayısı 100.000'i geçmiyor.
Avrupalılar karşısında kendini ezik hisseden, pısırık, teslimiyetçi aydınlar, bürokratlar ve siyasetçiler.
Ortaçağın bile neredeyse gerisinde kalınmış pek çok konuda. 
Kısacası hem nitelik hem de nicelik olarak borca batmış bir ülke.
Dört yıl süren Milli Mücadele sonrasında insanımızın gurur verici birçok özelliğinin yanında birçok eksikliği de ortaya çıkmıştı. Bu nedenledir ki yeni kurulacak devletin ana niteliklerini bu mücadele sırasında elde edilen deneyimler ve edinimler oluşturuyordu. 100.000 asker ve sivil kayıp vererek kavuştuğumuz bağımsızlığımızı bir daha yitirmemek için geleceği güven altına almak, kalkınmak ve çağı yakalamak zorundadır. İşte bu amaçlarla kuruldu Türkiye Cumhuriyeti. Ve bugün övünebileceğimiz her şeyi bu amaçlarla kurulmuş Cumhuriyetimize borçluyuz.
Bu konuda bize önderlik yapan Mustafa Kemal Atatürk'e borçluyuz.
Türkiye Cumhuriyeti, rastlantılar sonucu ya da birilerinin uygun görmesi ya da emperyalizmin kendi çıkarı doğrultusunda varlık kazanmasına yardım ettiği bir devlet değildir. Bağrından yetiştirdiği evlatlarının canı ve kanıyla, dişi ve tırnağıyla kurduğu bir devlettir. Bu devletin bir kuruluş felsefesi ve amacı vardır. Bu felsefeyi, gerekçeyi ve amacı en iyi özetleyen anlatım belki de şudur: 
"Bağımsız, laik, akılcı Türkiye Cumhuriyeti"
Evet bu yıl Cumhuriyetimizin 91'inci yılındayız. Ve şimdi durup kendimize sormalıyız: "Bu şartlar altında küllerinden yaratılan bu devleti hak ettiği çağdaş uygarlık seviyesine çıkarabildik mi? Yoksa yerimizde mi sayıyoruz?" Bu soruya verilecek cevapları duyar gibiyim. Ancak sadece ahlanıp vahlanmakla olmaz hiçbir şey. Eğer durum vahim, karanlık görünüyorsa birer mum yakmanın zamanıdır. Bunu en azından küllerinden bir devlet yaratanlara borçluyuz.
Tüm Türk Ulusu'nun Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun.

25 Ekim 2014 Cumartesi

LAİKLİK VAZGEÇİLİR DEĞİLDİR

LAİKLİK VAZGEÇİLİR DEĞİLDİR
 Arzu KÖK
Türkiye’nin bırakın laiklikten vazgeçmeyi, onun kırılmalara uğraması, uğratılması lüksü bile yoktur. Olamaz da… Zira bir bünye ancak sağlam olduğunda sessiz çalışır. Eğer bir ülkede hayati bir konu sürekli tartışılır hale gelmişse, ortada büyük bir sorun var demektir ki görünen manzara da bu yönde.

Laiklik bugün ülkemizde en büyük sorunsallardan biridir. Aslında laiklik sorun değildir, ama ülkemizde sorunludur. Gerçek anlamda demokrasi uygulanmadığı sürece de sorunlu olmaya devam edecek ve toplum da gerilimli olmayı sürdürecektir. Burada asıl yapılması gereken sorunu örtmek değil, açmak ve doğru çözümleri bulmak olmalıdır. Bunu yaparken de, düşünce kısırlığına yol açan cepheleşmelerden, ideolojik tavırlardan, düşünce alanını daraltan kısır döngülerden, iyi-kötü kesinlemelerinden sakınarak, birbirimizi dinleyerek ve tartışarak doğru çözümler bulabiliriz. Ve unutulmamalıdır ki konu çok ciddidir. Bir an evvel çözüme ulaştırılmalıdır.

Ancak şu da bir gerçektir ki Türk ulusunun büyük çoğunluğu laikliği benimsemiştir. Laikliğin savunuculuğunu dahi yapmaktadır. Bu da ülkemiz adına sevindirici, umut verici bir durumdur.

Devlet bir dine yaslanır, hukuka göre bunu kotarır ve dini devlete egemen kılarsa bunun adı teokrasi oluyor. Devlet dine egemen olur ve onu güdümlerse laisizm söz konusu olur. Teokrasi de, laisizm de dinler arası ve devletle dinler arası çatışmalara neden olmuştur. O nedenle laiklik çoğulcu olmak zorundadır.

Teokrasi, laikliğin karşıtı ve de düşmanıdır; demokrasinin seçeneği değil aksine yadsınmasıdır. Nasıl ki şovenizm ulusçuluğun yozlaşmış biçimi ise, laisizm de laikliğin yozlaştırılmış biçimidir.

Buna karşılık laik devlet, hiçbir dine karşı değildir, hiçbir dini de kayıramaz, koruyamaz. Belli bir iyiyi, yaşam biçimini insanlara dayatamaz. Belli bir dini, dünya görüşünü resmileştiren devlet, bunların dışında kalanları doğrudan mahkûm etmiş demektir. Ve belli bir noktadan sonra da onlara zor kullanılmasının önünü açmış demektir. Son yıllarda ülkemizde olanlar gibi. Böyle bir devlet totaliterdir ve eninde sonunda eşitliği çiğnemek, vatandaşları sınıflara bölmek zorundadır.

Oysa demokratik devlette yurttaşlık bir öğretiye ya da dine bağlılığı gerektirmez. Bu nedenle de laik devlet, halka belli bir ideolojiyi aşılamaya kalkışamaz. Yani bir devlet dini yaratamaz, dinsizlik aşılayamaz ve de dinsizlikle mücadele edemez. Bir ülkede laiklik varsa, devlet hiçbir biçimde dini, din de hiçbir şekilde siyaseti kullanmamalıdır. Kutsal ve kutsal olmayan yerler ayrılmalı, devletle din ve kurumları birbirlerinden bağımsız olmalıdır.

Kısacası laik devletin ne dayatacağı resmi bir görüşü ne de bir dini olmamalıdır. Bunlar özgür yurttaşların özgür tercihlerine bırakılmalıdır. Devlet, düşünceler konusunda yansız olursa, düşünce özgürlüğü; dinler konusunda yansız olursa laiklik güvenceye alınmış olur.

Laiklik kurallarına bağlı olunduğunda, düzen sağlam bir bünye gibi sessiz çalışacaktır. Eğer orasına burasına düğümler atarsanız, kırılmalara uğratarak yörüngesinden saptırırsanız inanılmaz bir çeviklikle sağladığı her şeyi geri alır. Ne zaman din siyasal iktidarı ele geçirmeye kalkışmışsa orada sorunlar çıkmaya başlamakta, kökten dinci akımlar ve dinin uğursuz sömürüsü harekete geçmekte ve bunlar dinin sırtından geçinmeye başlamaktadırlar. Burada kaybedenler laiklik yandaşları değil, demokrasi ve barış olmaktadır.

Ülkemizde özellikle son yıllarda laiklik büyük oranda sekteye uğramıştır. Eğer laikliği koruyamazsak bize sağladığı özgürlüğü, barışı ve tüm akılcı dinamikleri kaybedeceğiz ki bu özgürlüklerin kaybedilmesinin yolu açılmaya çalışılır oldu. Zira Başbakan çıkıp “Dindar bir nesil yetiştireceğiz” diyor.

Ancak, büyük mücadelelerle elde edilen bu değerleri kaybetmeye hiçbir Türk vatandaşının tahammülü bile olmayacağını düşünüyorum. Ve inanmak istiyorum halâ Türk Halkı’nın tüm bunlara izin vermeyeceğine. Zira kaybedilenler çok büyük olacaktır ve geri dönüşü zor bir süreç başlayacaktır. Lütfen uyanın artık…