27 Ekim 2015 Salı

Timsah Gözyaşları - Arzu Kök

Timsah Gözyaşları

Zor günlerden geçiyoruz… Çok çok zor günlerden… Bitmiş bir siyaset, Her geçen gün bozulan ekonomi, artık ayakta bile durmakta zorlanan vatandaş, bir de tüm bunlar yetmezmiş gibi terör… Üstelik tam barış geldi, geliyor derken 8 Haziran seçimlerinden sonra adeta istenilip de alınamayan 400 vekilin diyeti gibi yüzlerce asker, polis ve sivil vatandaş… Gerilim, çözülme, şiddet, kan, ölüm… Her an yanıbaşımızda, her yerde… 

 Siyasal ve sosyal çöküntünün çözümü aslında her alanda köklü demokratik dönüşümün sağlanması ile olacaktır… Bugünün siyasal çöküntüsünün temelinin, siyasetin toplumsal dayanaklarından ve demokrasiden uzak alanda yürütülüyor olmasına dayandığını anlamak istemiyor bazı kesimler. Neredeyse tüm partiler toplumun tüm kesimlerini siyasetin içine doğrudan davet eden bir yaklaşımın hayata geçirilmesinden adeta kaçıyorlar. Ülkemizin ekonomik hayatının yapısal sorununu görmezden geliyorlar. Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik alanlarında yaşanan tahribatı gidererek, sosyal alanda yaşanan yıkımı telafi edecek önlemleri alabileceklerini söyleyemiyorlar. “Eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik alanları kamusal bir bakışla yeniden yapılandırılmalıdır” diyemiyorlar.

Giderek büyüyen zenginler ile yoksullar arasındaki açığın kapatılması için, sosyal destekleme programlarının hayata geçirilmesi gerektiğini ağızlarına alamıyorlar. Çalışma yaşamındaki esnek, güvencesiz, sigortasız istihdam uygulamalarına, son verilmesi gerektiğini söyleyemiyorlar.  İmam Hatiplerle, zorunlu din eğitimiyle, Kuran kurslarıyla, “Türkiye laiktir, laik kalacak” sloganları arasındaki pastanın en büyük dilimini götüren Diyanetiyle, Türk İslam sentezi politikalarla ırkçı-şoven bir anlayışı destekliyorlar. 

İnsanları birbirine düşman ediyorlar. Komplo teorileri üretiyor, beyinleri sabunlu sularla yıkıyor, terörü tırmandırtıyor, Türkiye’yi etnik olarak bölüyorlar. Türk-Kürt ayrımını şişiriyor, Alevi-Sünni farklılığını ortaya atıyorlar. Yıllardır süren ve artık keskin kılıç olan, toplumdaki kültürel bölünmeden türeyen iki farklı yaşam biçiminin giderek birbirlerine daha da fazla düşman olmalarını uzaktan timsah gözyaşları dökerek seyrediyorlar. 

Zevkleri, inanışları birbirinden kopmuş insanların meydanlarda kapışmasını istiyorlar. Kendileri ne mi yapıyorlar? Keyiflerine bakıyorlar, kazanımları aynen kalsın istiyorlar. Koltuklarına yapışmış, kalkmamak için olayları tetiklemeye devam ediyorlar. Bir de o koltukları selameti için duygu sömürüsü niteliğinde gözyaşı döküyorlar.

Derler ki “Timsah avını yerken ağlar” mış.  İşte bizimkilerin yaptıkları da tam olarak budur. Ülkeyi getirdikleri durumun farkında oldukları halde her fırsatta timsah gözyaşlarını akıtmaktan geri durmuyorlar. 'Timsah Gözyaşları' düşüncesizliğin, aptallığın, öngörüsüzlüğün, şayet şuurlu ve bilinçli gerçekleştiyse riyakarlığın, namertliğin ifadesidir!...


Tüm bu yaşananların sebebi hep başka şeylere bağlanıyor. Hele ki 2002’den beri iktidarda olan parti bunun en güzel örneği;

Sanki yıllardır iktidar onlarda değilmiş gibi. 

Sanki isteseler tüm sorunları çözemezmişler gibi. 

Gözlerinin önünde silah yığınağı yapılırken sessiz duranlar onlar değilmiş gibi. 

PKK elemanlarının sınırda neredeyse devlet töreniyle, bir düğün güzelliğinde karşılanmasına müsaade eden onlar değilmiş gibi. 

Şivan Perver ve İbrahim Tatlıses konserini en önden gözyaşlarıyla izleyenler onlar değilmiş gibi. 

Bugün tüm bu yaptıklarını unutmuş, 'Şehitlerimizin kemikleri sızlıyor, AKP'yi seçmeyenler yüzünden PKK mecliste!' edebiyatıyla seçmenleri yeniden kandırma ve bir kez daha timsah gözyaşları dökmeye hazırlanıyorlar. Diğer taraftan da bugüne kadar yoksullaştırdıkları halkı bundan sonra mutlu(!) edeceklerine dair ekonomik vaatlerde bulunuyorlar. 

Bu sefer de timsah gözyaşlarına kanılacak mı? Merak ediyorum…

                                                                     Arzu Kök

21 Ekim 2015 Çarşamba

Korkma!... - Arzu Kök


Korkma!...

Böyle başlıyordu İstiklal Marşımız. ‘Korkma!...’ ‘Kim ne yaparsa yapsın, hangi zorluklarla karşılaşırsak karşılaşalım, ne olursa olsun, isterse ölüm olsun sonunda korkma diren’ demekti bu. ‘Sizi yıldırmaya çalışacaklar ama direnin’ demekti. ‘Mücadeleyi bırakmayın’ demekti. Bırakmamalı da. 

İşte yine ülke insanının yüreğine korku salmak için kanlı bir katliam yapıldı başkentin göbeğinde.  Taksim sonrasında bir meydan daha kanlı meydan olarak anılacak. 1 Mayıs 77 yılında ölenlerin anısına söylenen ‘Kanlı Meydan’ türküsüyle halay çekerken gençler, geldi ölüm. Kanın, gözyaşının, feryadın ortasında kaldı meydan. Bir mahşer yerine döndü her yer. Öfkeliyiz... Öfkeliyiz… Öfkeliyiz...

Canlarımız katledildi. Kimdi katledilenler? Barış isteyen gençlerdi, okula gönderdiğimiz çocuklarımızın öğretmenleriydi, evlerimizi yapan mimar, mühendislerimizdi, yargı önünde haklarımızı savunan avukatlarımızdı, çürümüş sağlık düzeni içerisinde bizlere yardım için biçare koşturan doktorlarımız, hemşirelerimizdi.  “İlle de barış” diye ömür geçiren, “ölenlerin hepsi benim evladımdır, asker olsun gerilla olsun fark etmez” diyen barış annesiydi.  “Barışı getirmeye gidiyorum,  getirirsem çocuklarımızın sefası olsun” diyen mühendislerdi. 

Barış diyenleri, barış denince yokluğun, yoksulluğun, şiddetin, eğitimsizliğin, sağlık haklarından yoksunluğun,  kadınlara eşitsizliği reva görmenin, gelecek kaygısıyla yastığa baş koymanın olmayacağını bilenleri öldürdüler...  Barış demenin, huzurla yatılacak uykular, sevgiyle bakılacak çocuklar, esenlikle yaşanacak ömürler, mutlulukla geçirilecek günler olduğunu bilenleri, hayatın her alanında, işte, okulda, sokakta bu bilginin gereğini ilmek ilmek örenleri öldürdüler. 
Hepsi tanıdık,  hepsi aydınlık, hepsi bizdendi. Hepsi sizdendi. Hepsi bizim evladımızdı. İçimize korku salmaya kalkanlara inat korkma, barış konusunda diret, hakların konusunda diret. Hak ediyorsun bunları. 

Korkma!... 

Korkuyla uslandırmaya çalışanlar karşısında yılma, sinme ev içlerine, kalma yalan dolanla dolu televizyonların karşısında... Zulümle sonsuza dek başta kalacağını düşünenlerin ekmeğine yağ sürme.

Korkma!...

Korkarak, korkutularak yaşamanın acısını en iyi bilenler olarak, korkmadan yaşanacak bir dünyanın kurulmasında emek harca.


Korkma! 

Tüm sorunların çözüldüğü bu coğrafyada özgür, mutlu ve başı dik yaşamanın bir yolunu mutlaka bulacağız. Güzel günler göreceğiz, güneşli günler!
         
Korkma! 
        
Hesabı sorulmamış hiçbir cinayet, hiçbir hukuksuzluk kalmayana dek, kimse hukukun üstünde olmayana dek mücadele et. Kimse hukuksuzluğun altında ezilmesin. Şemdinli'de de, Ankara'da da!
       
Ve artık korkma ve kimseyi de bununla korkutma; ülke bölünmez, rejim de yıkılmaz! 

Demokrasi, barış, refah, huzur hepimizin hakkıdır! 

Ne mutlu cesaretle bunu söyleyebilenlere!

Haykırabilenlere!..

                                                                           Arzu Kök

9 Ekim 2015 Cuma

Susmak!.. - Arzu Kök

Susmak!..

Önce Cumhuriyet’e dil uzattılar, sustunuz…

Atatürk büstlerini parçaladılar, sustunuz…

‘Ne mutlu Türküm diyene’ sözünü yasakladılar, sustunuz…

Hukukun canına okudular, sustunuz…

Asker köşesine çekildi, generaller yargılandı hem de terörist olarak, sustunuz…

Bu suçun şahitleri olarak PKK mensupları kullanıldı, sustunuz…

Hırsızlıklara sustunuz…

Yolsuzluklara sustunuz…

Sizi soydular, “çalıyorlar ama çalışıyorlar” dediniz, sustunuz…

Zaten kısıtlı olan özgürlüğümüz daha da kısıtlandı, sustunuz…

Roboski’de 33 can katledildi, sustunuz…

Asgari ücret açlık sınırının altına düştü, sustunuz…

İşsizlik had safhaya ulaştı, sustunuz…

Toplam nüfusun %40’ı muhtaç durumuna düşürüldü, sustunuz…

Gazeteciler terörist diye tutuklandı, sustunuz…

Gazeteciler işten atıldı, sustunuz…

Soma’da 301 can katledildi, sustunuz…

Suruç’ta 34 genç, çocuklara oyuncak götürdükleri için katledildi, sustunuz…

Cizre’de halk 9 gün aç, sefil bırakıldı, sustunuz…

Cizre’de aileler ölülerini gömemedikleri için buzdolaplarında, derin dondurucularda saklamak durumunda kaldı, sustunuz…

7 Haziran’da oy verdiniz, iradenizi ortaya koydunuz ama yok sayıldı, sustunuz…

Askerler, polisler, gariban halk öldü, sustunuz…

7 bilemediniz 8 yaşında çocuklar yok yere öldürüldü, sustunuz…

Sırf Kürtçe konuşuyor diye bir sürü insan darp edildi, işyerleri yağmalandı, sustunuz… Oysa üç gün sonra şehit ailesi oldular…

Gençler, çocuklar, kadınlar katledildi, sustunuz…

Doğa katledildi, sustunuz…

Rant uğruna binlerce yıllık ağaçlara kıyıldı, sustunuz…

Kaz dağlarının canına okudular, sustunuz…

İstanbul’un kalbi, nefesi Kuzey Ormanları yağmalandı, sustunuz…

Özgür basın saldırıya uğradı, sustunuz…

İstanbul’un ortasında gazeteci saldırıya uğradı, sustunuz…

Başkentte bir otobüs, durakta bekleyenleri biçti, sustunuz…

Çevrenizde olup bitenlere karşı sessiz kaldınız hep. ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ dediniz. Ancak o yılanın gün gelip size de zarar vereceği gerçeğini unuttunuz. Vicdanınız bile sustu, kaldı öylece…

Büyükler kazanmak hırsıyla savaş yaparken, onların ayaklarının altında devrildi yaşamlarınız, fark etmediniz… Suçu neydi çocukların? 

Açıktır ki susmak unutmayı, unutmak ise onaylamayı beraberinde getirir. Savaşın, vahşetin karşısında suskun kalmak büyük bir sorundur. Bu nedenle barışa dair salt insani reflekslerimizi değil, yasal haklarımızı da devreye sokmalıyız. Sesimizi duyurmalıyız. Vicdanımızın sesini dinleyip haksızlıklara karşı haykırmalıyız. 

‘Sessiz kalmak suça ortak olmaktır’ derler. Daha ne kadar susacaksınız? Çocuklarınız için bırakın susmayı… Çünkü sürdükçe suskunluk, karanlık boğacak çocuklarımızı… Unutmayın, suçu yok çocukların…

                                                                      Arzu Kök